Taşı Gediğine Koymak

Bu yazımda nükteden söz etmek istiyorum. Bunun için de bu güzel deyimin yazıya başlık olmasını istedim.

“Nükte”nin Türkçe Sözlük’teki karşılığı “İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz, espri”dir. İnce, güzel nükteler yapan kimseye de, nükteci (nüktedan) deniyor.

Meşhur olmuş nüktecilerimizden bazıları şunlar:

Nasrettin hoca, İncili Çavuş, Öküz Mehmet Paşa, Nef’i, Ziya Paşa, Şair Eşref, Kavuklu Hamdi, Neyzen Tevfik…

Bunlar ve daha nice söz ustaları, bir söyleyiş, bir durum ya da bir olay karşısında uzun uzun konuşmak yerine nükteleriyle taşı gediğine koyuvermişlerdir.

Nükteci, bir işi yapmamak için açlığını mazeret olarak öne sürecekse onun dilinde “Karnım aç”sözü “Aç ayı oynamaz.” şekline dönüşür.

Önemsiz bulduğu bir kişiden söz edecekse “Adam desem ünü yok, koyun desem yünü yok.” sözünü kullanır.

İş yapmada yeteneksiz olan şanslı kişiler için “Allah, uçmayan kuşa alçacık dal verir.”der.

Her işin kendine göre bir zorluğu olduğunu düşünmeyip emeksiz ekmek bekleyenler için “Yazın araması, kışın taraması olmasa, herkes manda besler.” sözünü söyler.

El şakası, dil şakası yaptığı kişi bundan şikâyet ederse “Ayı sevdiği yavrusunu hırpalar.” sözüyle kendini savunur.

Yaptıklarıyla ve sözleriyle aile büyüklerine benzeyenler için sözü hazırdır: “Ağaca çıkan keçinin, dala bakan oğlağı olur.” Bu insanları değiştirmenin imkânsızlığını da şu sözüyle dile getirir: “Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine tükürdüğüm cinsine çeker.”

İşleri yolunda giden kişinin gün gelir de işleri kötüye dönerse “Ala keçi, her zaman püsküllü oğlak doğurmaz.” diyerek uyarısını yapar.

Çok iş yapıyor görünüp de ortaya pek bir şey çıkaramayanlar için de uyarısı hazırdır: “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değsin.”

Eğitimde sadece izleyerek öğrenmeye çalışmanın yetersizliğini bilir ve bunun için de sözü hazırdır: “Bakmakla öğrenilseydi kediler kasap olurdu.”

Kaba insanlarda alışkanlıklar bir saldırıya dönüşebilir. En iyisi, bunların bir şeye alışmamasıdır. Nüktedan, şu sözüyle iş işten geçmeden tedbir alınmasını önerir: “Bal tattırma ayıya, pekmez tulumunu yırttırırsın.”

İşini, eşini, aşını bilen kadınları tenzih ederim ama olmadık yerde ve zamanda densizlik yapanlar da az değildir hani. Nüktecimizin bunlar için de bir sözü vardır: “Benim derdim inekle dana, karının derdi sürmeyle kına.”

Eline üç kuruş para geçince beylik taslayan var ya… Bu yavrumun, etine, buduna bakmayıp da havalanması elbette nükteciyi de konuşturacaktır: “Bıldırcının beyliği, yığınlar (harman ) kalkana kadardır.”

Anlayışı kıt, yoktan anlamayan bir kişi, bir şeyi istemeye görsün…Takıldı mı takılır, tutturdu mu tutturur. İşiniz zor, düz duvara tırmanacaksınız. Allah yardımcınız olur da nükteci imdadınıza yetişirse size yoktan yere hayatı zindan eden densize ağzının payını verir: “Canı kaymak isteyen, mandayı yanında taşır.”

Sahip olmadıklarımızla ilgili planlar yapmak boşunadır. Varsayımlarla hareket edersek biz de nüktecinin şu sözünün muhatabı oluruz: “Dağdaki tavşana, evde tencere hazırlama.” Bu bağlamda şu sözü de ekler: “Olsa ile bulsa’yı ekmişler, ‘hiç’ çıkmış.” Sözün özünü de söylemeden geçmez: “Unun yoksa bazlamaya, yağın yoksa gözlemeye özenme.”

Allah, insanları değişik zekâlarda yaratmıştır. Kaş yapalım derken göz çıkarmak istemiyorsak herkes kotaracağı işi yapmalı. İşi ehline vermenin önemini bilen nükteci, kendisinden iş isteyen ehliyetsizin kırılacağını düşünmeden diyeceğini der: “Deveye “Kalk oyna.” demişler; bir çam, bir çardak devirmiş.” Peşinden şu sözü de ekleyebilir:“Eşeğe “Cilve yap.” demişler, tekme atmış.”

Diyelim üstat(nüktedan) bir yerde misafir. Ev sahibi telaşlı. Hizmetle, ikramla ilgili ne yapılacaksa, rahat ettirme adına, misafire de bir şeyler sorulur: “Efendim, bu odada mı oturalım, diğer odada mı? Yatağınız hangi odaya hazırlansın?”gibi. Üstat hem kendini sıkıntıya sokmamak hem de ev sahibini rahatlatmak için sözünü üfler: “Misafir ev sahibinin danasıdır, nereye bağlanırsa orda durur.”

Birtakım zorlukları yaşamış insanlar, yeni zorlukları da göğüslemeye hazırdır. Bu bağlamda yapılan korkutmalara papuç bırakmayacağını şu sözüyle kükrer bizim nüktecimiz: “Değirmende doğan fare, gök gürültüsünden korkmaz.”

İnsanlardaki akıl, cüsse büyüklüğü ile orantılı değildir. Gövdesinin büyüklüğüne bakıp da aklını yarıştırmak isteyenler, nüktecinin şu sözünü hak etmiştir:“Devede de kalıp var ama katarını bir eşek çeker.”

Bir işe gönülsüz olduğumuzda sahte mazeret gösterenlerimiz hayli çoktur. Nasrettin Hoca ipe un serdim derken böyle kişileri örneklemek istemiştir. Nüktecimizin bunlar için de hazırlanmış sözü vardır: “Devekuşu uçmaya gelince ayağını, yük taşımaya gelince kanadını gösterirmiş.”

Sorulan sorunun cevabını vermek işimize gelmediği zaman bize uyan bir söz cevabımız olur. Buradaki kaçamağı, şu sözle ne de güzel ifade eder nükteci: “Katıra “Baban kim?” diye sormuşlar; “At dayım olur.” Demiş.”

Üzerimize vazife olmayan işlerin peşinde koşarken birtakım olumsuzlukların içine düşebiliriz. Ondan sonra da aklanmaya, paklanmaya uğraşırız. Bu durumda nüktecinin diline düşen şu söze hazır olsun: “Kaz değilsin, ördek değilsin; paçana kadar suda ne gezersin!”
Bize yakışan sözü, davranışı, giyimi bilmek, rezillikten uzak durmak demektir. Bu anlamda sınırlarını zorlayanlara nükteci şu sözüyle çıkışır: “Kocakarıya zülüf yakışmaz.”

Biraz da kendi adıma söze şekil vereyim:

Şakımak bülbülün işidir, bir de şairlerin… “Karga gül dalına konmakla bülbül olmaz.” Şekli şemali, kılık kıyafeti değiştirmek de işe yaramaz: “Sakal ile kâmil olsaydı kişi, keçiye danışırlardı her işi.” Değişmeye, değiştirmeye kalkıştığımızda özümüzün özelliklerini yitirme tehlikesi de var: “Karga kekliği taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış.”

Gelin kaynana ilişkilerinde kaynananı adı çıkmış bir kere. “Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse, gelinin başını yarar.” “Adın çıkacağına, canın çıksın.” derler ya…

Yerini ve haddini bilmek önemli. Hakkına razı olmak, daha da önemli. Haddini bilmeyen gülünç duruma düşer: “Serçe filin kulağına konmuş da; “Acıttım mı?” demiş.” Tokatı yiyip yerini hatırlamak da mümkün: “Sen bir garip çingenesin, nene gerek gümüş zurna!”

Yollardan geçip, derelerden atlayıp yolculuk tamamlanınca yol arkadaşlarını karalamak kadir bilmezlerin işidir. Muhtaçken, “anamsın, babamsın” derler; iki ayağı üzerinde durmaya başlayınca kimseyi takmamak ve tanımamak gibi huylar edinirler. İşte böyleleri için hazırlamış bir söz: “Yaz’a çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı.”

Son yıllarda doğal üretimden, doğal ürünlerden, doğal iletişimden, doğal etkileşimden dem vurulur hep. Birçok alandaki doğallığın yararları anlatıla anlatıla bitirilemez. Bu yazımda kullandığım atasözlerine bakılırsa hemen hepsinde doğadan bir unsur (bir hayvan) bulmak mümkündür. Atalarımızın doğayla ne kadar iç içe olduğunu gösteren bu sözleri yaşatmak da bizlerin görevi olsa gerek.

Cezmi GENÇTEN

2 Yorum

  1. AYHAN BELLİ 9 Ocak 2009 saat 16:11

    Öğretmenim merhaba:Samsun 100.Yıl Lisesi 6Edb/B sınıfından öğrencinizim.Kocaeli Gebzede ikamet etmekteyim.1987 mezunuyum.Arasıra Googlede eski günlerden kalma isimleri yazarım.Belki bir yazı yada isime raslarım diye.Sizin adınızla karşılaştım.Yazılarınızın müdavvimi olacağımı bilmenizi isterim.E-postama telefonunuzu yazarsanız görüşmek isterim.Yazınız çok güzel olmuş.Tebrikler.Öğretmenim şimdiden ellerinizden öperim.

  2. Emre 10 Mart 2016 saat 22:45

    Vay be bi arkadaş 2009 da yazmış neyse ben 2016 da yazıyorum 2020 falan olunca uyandırın

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir