Bir süredir kafamda dönüp duran bir konu var: “Saplantılı hâl. Bunu yazmak istedim.
“Saplantılı hâl”i bunun bir çeşidi olan “saplantılı aşk” ile örneklemek isterim önce.
Faruk Nafiz’in “Firari” şiiri, “saplantılı aşk” temasını çok güzel işleyen şiirlerden biridir. Şiirin birinci dörtlüğü:
Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin;
Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk’a bile.
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin
Kahpelendin de garaz bağladım ahlaka bile.
Burada bir “kör âşıklık” var. Sevgilideki kusurlar gösterilse de görülmek istenilmiyor. Hatta bile bile lades durumu söz konusu. Bu şiirdeki âşık, “Kim ne derse desin, ben bunu seviyorum arkadaş!” modunda. Sevgiliye çirkin denilince güzele düşman oluyor; kâfir denilince de Hakk’a diş biliyor. Sevgilinin kahpelik yapması bile aşkını bitiremez bu adamın. Çünkü bu adam saplantılı. “Âşık âlemi kör, dört yanını duvar sanır.” atasözünde işaret edildiği gibi bu tutkunların falsolu eylem ve söylemleri de kaçınılmaz olacaktır.
Aşka iki yıl bilemedin üç yıl ömür biçiliyor. Yani âşık, saplantılı da olsa, bir gün hayal âleminden gerçeğe dönecektir. Belki de birtakım tecrübelerle birlikte…
‘İçinde bulundukları durumun farkında olmayanlar’ı Akif’in şu dizeleriyle de örnekleyelim:
Bir yutar, beş yutar; afyonkeşi afyon tutmaz.
Der ki “Toprak mı, ne zıkkım bu, varıp anlamalı.”
Açılır kurna başından, sıyırır peştamalı,
Nalının sırtına atlar, sürerek doğru gider.
Hangi attarsa bulur: “Tutmadı yahu, yine!” der.
Gülmeden çatlayadursun biriken çarşı pazar;
“Bu kadar tuttuğu yetmez mi kuzum?” der attar. (Safahat)
Âşığın ayıkması için birkaç yıla ihtiyaç varken afyonkeşin ayıkması belki birkaç saatte gerçekleşecektir.
“Kısa süreli kendini kaybetme durumu”na örnek de aile içinden olsun:
Rahmetli Emine yengem, oğlu Ali’nin kaynanası ile küçük yollu atışıyor. Yengem bu atışma ortamından ayrıldığında -hırsını ve hızını alamamış olacak ki- çığlıklar atıyor, bayılacak gibi oluyor. Rahmetli annem, yerli yerinde bir tokatla yengemin kendine gelmesini sağlıyor.
Yengem bu “duygu çarpması”ndan bir tokatla kurtulmuş. Ya yıllar yılı, bir yanlışın içinde debelenip duranlara -Fetöcüler gibi- ne demeli?
Bu son cümleyle neden bahsettiğimi, işte şimdi anlatabilirim!
Müslümanlardan bir kesim var ki içinde bulundukları hizbin başını, önde gelenlerini eleştirilemez, sorgulanamaz görürler. Onların eylemleri tartışılmadan örnek alınır, söylemleri ise hikmetli sözlerdir. İşte bu yol üzre olanları “saplantılı hâl” içinde görüyorum. Ve bunlar bir delile dayanmadan bu yolda devam ederler.
Bu hâle düşmemek için din iddiası taşıyan her eylem ve söylem, mutlaka Kur’an ölçüsüne vurulmalı, diye düşünüyorum. Paralel dinlerin ortaya çıkmaması için “Kur’an ölçüsünün kullanılması” Müslümanların olmazsa olmazlarındandır, diye düşünüyorum.
Böyle “Saplantılı bir hâl” üzre olanları anlamaya çalışıyorum:
Bu hâlin içine, dini daha güzel yaşama adına, gönüllü girilmiş gibi geliyor bana. En azından bir bölümü için böyle… Sanki bir güç onlara, “Dinlemede kal!” ya da bu Korona günlerinin meşhur sözü “Evde kal!” der gibi “Saplantıda kal!” diye emretmiş de bu “kurbanlar” da bu hâli kaybetmemek için alıcılarını kapatmışlar; duyularını sabitledikleri anlayışı sorgulamak, akıllarına bile gelmiyor.
Bu hâle düşmüşlerin kurtulması için ne gerekir? Bunların Kur’an’a dönmeleri gerekir, Kur’an’ı “tek ölçü” kabul etmeleri gerekir, Kur’an’ı okuyup anlamaları ve yaşamaları gerekir.
Buradaki “tek ölçü” sözünü gören/duyan Müslümanlardan bazılarının “Peygamber (sav) nerede, hadis nerede?” dediklerini duyar gibi oluyorum. Onlar için de cevabım şu olur:
Kur’an’ı “tek ölçü” kabul edenlerin Ahzab suresi 21. ayet varken Resul’ü (sav) devre dışı bırakmaları mümkün değildir.
Allah, yâr ve yardımcımız olsun! Amin…
12-05-2021
Cezmi GENÇTEN